2018 yılında yayımlanan ilk kitabımın kapak resmi. |
Ali Varol 1943 yılında Antalya’nın Ahmetler Köyü’nde doğar. İlkokuldan sonra eğitimine bir süre ara vermek zorunda kalır. Daha sonra kendi çabalarıyla Aksu Öğretmen Okulu’na girer ve 1965 yılında okulu birincilikle bitirir. Yurdun çeşitli yerlerinde ve yurt dışında öğretmen olarak çalışır.
Yayımlanma aşamasında
roman ve öykü kitabı çalışmaları vardır.
“Ödeşme” adlı
öyküsü Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi tarafından 2017 yılında “Bin Çiçekli
Bahçe Yaşar Kemal” anısına düzenlenen öykü yarışmasında üçüncülük ödülü
almıştır.
Yazar, aynı zamanda
ressam olup, kişisel birçok sergi açmıştır.
ALİ’NİN TÜRKÜ
DEFTERİ
Suya, sabuna
dokunan öyküler
Bu kitaptaki
öykülerinde kitap okumayı sevdirmeyi amaçlayan yazar eğlenceli öyküler sunmaya
çalışır. Okurlarını eğlendirmeye çalışırken bir yandan da onların; sorgulayıp,
düşünmelerini amaçlar. Bu nedenle öykülerinde toplumsal sorunlarımızdan
bazılarına da değinmektedir. Söz gelimi Kurtlu Elma öyküsünde
organik ürün, ilaç kalıntısı konuları olaylar içinde gündeme getirilir. Savurgan
Çocuk’ta sınırlı olan dünyamız kaynaklarının savurganlık ölçüsüne varan
tüketiminden duyulan rahatsızlık dile getirilerek, doğada dengenin bozulmaması
için duyarlı olmamız gerektiği vurgulanır. Ispanak İksiri
öyküsünde reklam uğruna bir yanlışın insanlara senelerce nasıl yutturulduğuna
yer verilir. Bakış Açısı ve İlk
Çok Partili Seçim’de çağımızda anlaşabilmek, birlikte yaşayabilmek için
uzlaşma kültürünün ne kadar gerekli olduğuna dikkat çekilir. Ağaç Yaş
İken Eğilir ve Ali’nin Türkü Defteri öykülerinde ise eğitim
sistemimizdeki bazı çarpıklıkların altı çizilir.
...
Kitabımdan bir öyküyü sizlerle paylaşıyorum.:
Keçiler yaylada gece kırlarda yayılırlar gündüz gelip eeşmelerinde dinlenirlerdi. |
ÖYKÜ
ÖDEŞME
ALİ VAROL
Bizim köy bir
yörük köyüydü. Kışın sahilde yazın yaylada yaşardık. O sene ilkbaharda Akdağ
dediğimiz yaylaya çıktığımızda görünen yerlerin çoğu karlarla örtülüydü.
İncelen kar örtülerinden ilkin kardelenler başlarını çıkarıp çiçeklerini açtı.
Canlılara cansızlara ‘Günaydın!’ dediler. Karların eridiği yerlerden otlar,
zambak çeşitleri, şalba çeşitleri sütleğenler, boy gösterdiler. Kardelenleri
kıskanan zambaklar, menekşeler sarı, mor, kızıl, beyaz çiçekler açtılar. Daha
bin bir çeşit ot, çiçek doğayı yeşillendirdi, süsledi. Koyunlar, keçiler,
oğlaklar, kuzular karların olmadığı yerlerde serilip yayıldılar. Otlarla,
şalbalarla beslenip karınlarını doyurdular, bayram ettiler. Eriyen karların alt
ucunda derecikler, gölcükler oluştu. Yayılıp karnını doyuran hayvanlar bu kar
sularından sulandılar. Akdağ’da kaynak suyu yoktu. Kuyu da yoktu. Evler için de
su ihtiyacımızı koyaklardaki, obruklardaki karlardan sağladık.
O sene de
yaz boyunca Akdağ denilen yaylamızda kalmıştık. İnsanlarıyla, hayvanlarıyla,
bitkileriyle barış içinde yaylanın tadını çıkarmıştık. Yaz sonuna doğru
Akdağ’daki obaların yakınlarındaki karlar tükenmişti. Derin obruklardan kar
çıkarmak zordu. İnsanların ihtiyacına yeterdi ama hayvanların sulanması için
yetersizdi. Hayvanların sulanması için suların bol olduğu Yeroluk, Aldürbe
denen yerlere göçme zamanı gelmişti. Yörükler göçmeye alışıktı. İhtiyaç olunca
yaylada da yer değiştirirlerdi.
Çok
sevinçliydim. Karların tükendiği Akdağ’dan suların bol olduğu Yeroluk’a,
Aldürbe’ye göçecektik. Aldürbe’ye göçmek
demek çok oyun oynayabilmek demekti. Çünkü Aldürbe geniş, düz bir alandı. Ne
oynarsan oyna… Çelik çomak, körebe, ıssıtaş, uzuneşek, birdirbir… Daha neler
neler… Eşeğe binip koşturunca düşsen başın yarılmaz. Taş, çakıl olmayan düz bir
ova… Aldürbe’de oluklardan harıl harıl sular da akardı. Obalar birbirine
yakındı. O nedenle çocuklar bir araya toplanıp bol bol oyun oynayabilirdi. Ama
Akdağ öyle değildi. Akdağ’da birbirine yakın olan tek bizim oba ile Emir El’in
obası vardı. Diğer obalar yaylanın başka yerlerindeydi. Güllü Belen, Say Yatak,
Tomsu Başı, Eğrikar, Bozlayan gibi yerlere dağılmışlardı. Hayvanların rahat
yayılması, birbirine karışmaması için obalar birbirinden uzak yerlere
kurulmuştu. Her obanın arası birer saatlik yoldu. Çocuklar bir araya gelip oyun oynayamazlardı.
Oysa Aldürbe öyle mi? Bütün obalar bir alanın çevresinde konaklanmış. Köyün
bütün çocukları bir arada. Her gün oyun her gün oyun… Aldürbe’ye göçülmesini
iple çekmeye başladım.
Hacı dayı
ile Hasan dayı konuşup kararlaştırdılar. Dört yüz keçiden oluşan sürü
Aldürbe’ye gidecek; koyun, kuzu, oğlaktan oluşan yüz hayvanlık bir sürü Ovgallı
Yurdu’nda kalacaktı. Koyunlar için güneyde ve aşağıda olan Aldürbe daha sıcak
sayılırdı. Ovgallı Yurdu koyunlar için serin idi. Haftada bir kere Ulupınar
sularına gelip sulanacaktı. Dört yüz keçiden oluşan keçi sürüsünü Hacı dayı ile
ben güderdim. Yüz hayvanlık sürüyü de Hasan dayım güderdi. Ev eşyaları at,
eşek, deve gibi hayvanlarla Aldürbe’ye taşınacaktı. Hasan dayım ise bir kişiye
bir ay yetecek kadar yiyecek ve gerekli kap kacak yüklenerek sürü ile beraber
Ovgallı Yurdu’na gidecekti. Hasan dayım Hacı dayımdan yardım istedi:
“Ali bana yardım
etsin. Beni Ovgallı Yurdu’na iletiversin” dedi. Hacı dayım da:
“ Olur. Ama çocuğu geciktirme, akşama yolla.”
“Tamam!”
Sonra develer,
eşekler sığırlar bulunup getirildi. Yükler eşeklere, develere yükletildi. Evler
Aldürbe’ye göçürüldü.
Hasan dayı ile
ben eşyalarımızı, sürümüzü alıp Ovgallı Yurdu’na öğle vakti geldik. Ben bir an
önce Aldürbe’ye gitmek istiyordum ama Hasan dayım hiç oralı değildi.
“Dayısı bak,
ekmeği, bulguru, köpek yalını şu yüksek kayaya asalım; köpek, fare alamasın.
Koyunlar gece şurada yayılsın, gündüz burada dinlensin. Şuradaki obrukta kar
hiç tükenmez. Obruğa inip çıkmak zor değil. Helkede kardan su eritirsin. Çitile
koyunlardan süt sağarsın. Tavada pişirirsin. Kibrit yok ama al sana çakmak,
çakmaktaşı, kav. Çakmak kesemi yitirme sakın.
“Hasan dayı
ben Aldürbe’ye…”
Hasan dayım
sözümü bitirmeye fırsat vermedi. Anlaşılan Hacı dayıya verdiği sözü unutmuştu.
“Dayısı ben
akşama dönerim. Şu tepenin ardında Göktepe var. Orda benim asker arkadaşım var,
beni bekler. Gidip bir görüşüverip geleyim. Hadi dayısı. Olmaz deme. Aslan
yeğenim benim! Haaa, akşama dönemezsem durumu idare et. Benim kepenek yorgan
gibi, seni üşütmez. Dağlarda canavar (kurt) var, sakın Karabaş’ı yanından
ayırma!”
Hani bir söz
vardır: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” İşte Hasan dayımda da bu tatlı
dilden vardı. O bu tatlı dil ile herkesi ikna ederdi. Ben daha ilkokul beşinci
sınıfta bir çocuktum. Beni ikna etmek onun için peynir ekmek yemek kadar
kolaydı.
Gitti…
Göktepe’ye gitti. Ben Aldürbe’ye gidemedim; o Göktepe’ye gitti. Neyse ki akşama
dönecekti. Aldürbe’ye yarın giderdim artık. Daha önce de gütmüştüm bu sürüyü.
Yarına kadar da güderdim. Ne olacak, bir yerim mi eksilecek… O gün de güttüm.
Yayılım iyiydi. Yeşil taze ot yoktu ama kurumuş çağşır, şalba vardı daha. Keven
de boldu. Sürü yayılırken ben bir yandan “Hasan dayı geliyor mu?” diye Göktepe
tarafına bakıyordum. Bir yandan da yapılacak işleri yapıyordum. Obruktan kar
çıkardım. Helkenin içine koydum. Eriyince içecektim, yemek yapımında, temizlik
işlerinde kullanacaktım. Koyunlardan süt sağıp tencerede pişirdim. Çitilde
yoğurt çaldım. Koyun yoğurdunu çok severdim. Hele hele güz yoğurdu sadeyağ gibi
koyu olur. Yemesine doyulmaz.
Sürü gece
yarısına kadar yayıldı. Bilir misiniz, ağaç olmayan yaylalarda kırlar tam
karanlık değildir. İnsan gündüzmüş gibi kolayca gezebilir. Hayvanlar da kolayca
gezip yayılabilir. Neyse sürü karnını doyurunca Hasan dayı’mın gösterdiği yere
getirdim. Sabaha kadar yatıp dinlendik. Tan yeri ağarırken koyunlar gene
yayılmaya başladılar. Benim gözlerim ufukta. Hasan dayı ha geldi ha gelecek…
Sabah gelmedi. “Kuşluk muhakkak gelir.” dedim, bekledim. Kuşluk da gelmedi.
Canım sıkılmaya başlamıştı. Hasan dayı neden gecikmişti acaba? Başına bir iş filan
mı gelmişti? Sürüyü bırakıp gidemezdim. Dağlarda kurt vardı. Sürünün tamamını
kırardı. O zaman ölümlerden ölüm beğen. Hasan dayı öğleyin de gelmedi.
“Mal canın
yongasıdır.” derler. Yörüklerin büyüğü, küçüğü hayvanlarına gözleri gibi
bakarlar. Çünkü tek geçim kaynakları onlardır. Onlar olmazsa açlıktan nefesleri
kokar. İlkokul beşinci sınıfta bir çocuktum. Kimsenin olmadığı ıssız bir
yaylada üç gün üç gece sürüyü güttüm. Hem sürüye baktım, hem yollara baktım.
Burada bu kadar uzun zaman kalacağımı bilseydim evdeki kitap çantamı almaz
mıydım? Kitaplarım defterlerim olsa zamanı daha kolay geçirirdim.
Dördüncü gün
kuşluk Hasan dayım geldi. Koyunlar da eşmeye gelmişlerdi. Anlattı:
“Dayısı beni
asker arkadaşım salmadı yahu.”
Sonra
gönlümü almak için hiçbir şey olmamış gibi omzumu okşadı gülerek:
“Hıh hıh
hıh… Yoksa biraz geciktim mi?”
Ben cevap
vermedim. Küskün olduğumu belli ettim. Hasan dayım isteklerini sıraladı:
“Dayısı ben
hem uykusuzum hem de acıktım. Sen hemen koyunlardan biraz süt sağ. Biraz sütlü
bulgur pilavı pişir. Pilav pişince beni uyandır. Ben ayakta uyuyorum. Biraz
kestirivereyim.”
Kepeneği
alıp kayanın gölgesine uzandı. Az sonra başladı horlamaya…
Ne yapsaydım
acaba? Hasan dayımın dediği gibi süt sağıp bulgur pilavı mı pişirseydim şimdi?
Hayır hayır! Bu kadarı da fazlaydı. Haksızlıktı bu. Bu haksızlığa, beni
kandırmasına karşı tepki göstermezsem ileride beni gene kandırmaya kalkardı.
Başkalarını kandırmanın bir bedeli olduğunu o da bilmeliydi. Nasıl olacaktı bu?
Tepkimi nasıl gösterebilirdim? Diklenip büyüğüme karşı saygısızlık etmek de
istemezdim. Koyun güderken boş kalırsam küçük taşlardan kalem, büyük taşlardan
defter yaparak resim çizerdim. En iyi kalem çakmak taşlarından olurdu. En iyi
defter de orta boy yassı taşların toprakla birleştiği alt yüzüydü. Hemen bir
yassı taş buldum. İyi yazı yazılan alt yüzünü çevirdim. Üzerine küçük bir
çakılla şöyle yazdım:
“HASAN DAYI
BEN ALDÜRBE’YE GİDİYORUM. BENİ ARAMA!”
Yazılı taşı
Hasan dayım uyanınca hemen görebileceği, daha doğrusu gözüne batacak bir yere koydum. Oradan sessizce ayrıldım. Ver elini Aldürbe…
Karşı tepeye geçince Hasan dayımın sesi duyuldu
“Aliii,
herkese selam söyle!”
Ben hızımı
değiştirmeden kafa kıvırarak söylendim:
“Ah Hasan
dayı ah… Çok tatlı dilli adamsın amma… Tatlı dilin güle benziyor. Gülün yanında
dikeni de olduğunu yeni öğrendim. Eee, ne yapalım, gülü seven dikenine
katlanacak. Seni gülünle dikeninle olduğun gibi seviyorum gene de.”
Sonra ona
kırgınlığım, öfkem aklıma geldi. Ben de onun bana davrandığı gibi davranıp o
uyurken kaçmıştım. Borcumu ödemiştim. Ona saygısızlık yapmadan diklenmeden ya
da ağlamadan, akıllı bir şekilde yaptığı yanlışı, haksızlığı anlatmıştım.
Akıllı bir şekilde tepkimi göstermiştim. Yaptığım işi beğenmiş olmalıyım ki,
gülerek havada el salladım. Onun duyacağı şekilde bağırdım:
“Ödeştik
ödeştik!”
…
Ödeşme öyküsü,
ANADOLU HALK BİLİM KÜLTÜR AKADEMİSİ tarafından 2017 yılı Haziran ayında, “Bin Çiçekli
BahçeYaşar Kemal” anısına yapılan yarışmalarda öykü dalında üçüncü olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder